ET MEYDANINDA CANSIZ YATIYORUM
Ben hiç bilmediğim yaralarımın boyunduruğunda hapsolup giderken kendimden geçmekteyim. Dur diyemediğim her ne varsa işte hepsi şimdi üzerimde duruyor. Ben engel olamadığım tüm yaşantıların izini taşıyorum. İzlerimden kendi bedenimi göremiyorum, insan kendini göremezse neyi görür? Ben yalnızca etler vadisinde işini gören o büyük kasabı görüyorum. Sürekli bizi biçiyor, parçalıyor ve eline ne gelirse alıyor. Öyle ki artık bende bir şey kalmadı. İşte aklım, kalbim, ellerim. Hepsi bir başka yana fırlatılıvermiş ve o kasap şimdi diğerlerine doğru eğilmiş. Kim dur diyecek bu kasaba? Et meydanında cansız yatıyorum, ruhsuz yatıyoruz. Kaybettiğimiz her şey bugün o kasabın yanında etimizi kemiğimizden sıyırıyor. Evet, o kasap bıçaklarıyla yapmıyor tüm bunları, kaybettiklerimizle yapıyor. Kimimizin etini sevgili ayırıyor, kimimizi çocuklar, kimimizi ise melekler, şeytanlar, cinler ve diğerleri. Kaybettiklerimiz bizi doğruyor. Doğramak ve doğranmak, hepsi bize ait, hepsi içimizde. Et meydanında yatan bedenini kaybetmiş bir ruhtan başka bir şey değilim ve sorgulamaya hayattan başlamak herhangi bir yerden başlamaktan farklı değil. Sorgunun başı belli olmadığından sonunu kestirmek de anlamsız. Hayat mı beni sorguluyor yoksa ben mi onu?